Bir Tatilcinin anıları (1)

 

Uzun bir aradan sonra tekrar yollardayım.

Cennet memleketimi ve oradaki yaşamı olabildiğince yakınen takip etsem de herşeyi yerinde görmenin daha doğru olduğuna inanırım.

Televizyon yapımcılığı derslerinden birinde ismini unuttuğum bir hoca’nın sözü hep aklımda. Hocamız; ‘- Bak evlat, sözden ve yazıdan önce Görmek vardı. Yani iyi bir gazeteci olmak için iyi bir gözlemci olmak zorundasın’. diyordu. Bildik doktor fıkrası gibi o gün bu gündür hiç aklımdan çıkmadı bu laf.

İlk durağımız İstanbul.


Kısa bir aile, akraba ziyaretlerinden sonra vuruyorum kendimi kentin yollarına. 
Yaz’ın en sıcak günleri ama kent yine de çok kalabalık. İnanılmaz bir kargaşa, yoğun trafik ve düzensizlik dikkat çekiyor. Akşama doğru oldukca yorgun, 20 dakikalık yolları 1-2 saatte zor geçiyoruz.


Başarısız darbe girişimi üzerinden üç hafta geçmiş. Meydanlardaki ‘demokrasi nöbetleri’ azalmış da olsa hala devam etmekte. 

Geçtiğim yollarda heryer bayraklarla donatılmış. Insanlar akşamları meydanlarda toplanıp müzikler eşliğinde bayrak sallamaya devam ediyor ama artık o ilk günlerin telaşlı ve korkulu hali bitmiş. İnsanlar Hükümet taraftarı belediyelerin dağıttığı yiyecek içeceklerle bayram havasında bedava eğleniyorlar. 

Arada bir vakıf ve derneklerin düzenlediği etkinliklerde hep bir ağızdan ‘ Erdoğan’ şarkıları söylüyorlar. Aralarına girip fotograflar çekiyorum.

Aile, eş dost ziyaretlerinden sonra gürültü ve kargaşa halindeki İstanbulu bırakıp tekrar yollara düşüyorum. 

Niyetim kendimi biran önce eskiden sık uğradığım kıyılara, doğanın içine atma derdindeyim. Malüm zamanımız sınırlı.
Evet, ben bir doğa insanıyım ve Deniz benim sevgilim.  O’na kavuştuğum için çok mutluyum.
Şimdi yıllar önce kıyılarında dolaştığım, o temiz sularında dalıp çıktığım denizlerdeyim.


Önce Yasemin ve Ümit’i ziyaret ediyoruz.
















Tekneleriyle bize iki gün iki gece unutulmaz bir Adalar ziyafeti çekiyorlar. Büyük Ada, Heybeli, Kınalı, derken Burgazın açıklarında yüzüyor, 5 kiloya yakın balık tutuyoruz. Kirliliğe rağmen marmara hala bereketli. Üstelik balık mevsimi de henüz başlamadı.

 





Tekneden Istanbul’u ve gün batımını seyretmek büyüleyiciydi.



Körfezi dolaşarak Ege’ye doğru yol alıyorum.

Malüm bu yıl pek yabancı Turist yok. Turizmciler ağlamaklı yine de fiyatlar komşunun adalarına göre çok yüksek.  Olsun bari ortalık sakin’ diyorum. Boş yollarda dolaşıp, sakin kıyılarda yüzüyoruz.


Tam ‘değmeyin keyfime’ derken birden o bazılarımızın görmediği ya da görüp de; ‘- amaan bana ne’ falan dedikleri çirkinlikleri görünce kahroluyorum. Kıyılarda homurdana soluklana poşet, plastik şişe vs. topluyorum. Bitecek gibi değil.
İnsan çevresine nasıl bu kadar sorumsuz, duyarsız olabiliyor? şaşırıyorum. Gerçekten kahredici o güzelim kıyıları bu halde görmek.


İkinci molamız Güzel Ayvalık



Sevgili Mazlum eski bir dostum, çocukluk arkadaşım. Ayvalık’da yazlık bir ev inşa etmiş yazları hep oradaymış.  Bizi gezdiriyor. Birlikte çocukluk anılarımızı yâd ediyoruz Ayvalık sularında yüzerken. 

Ayvalık eskiden beri yerli turistlerin ilgi alanında, giderek büyümüş. Büyüdükce de çevre sorunları epey artmış.
Evet, Ayvalık hala güzel olsa da artık o yıllar önce gördüğüm sakin, nezih Ayvalık değil.
Merkezden ayrılıp daha sakin bir yere gidiyorum. Cunda Adası...yine halâ inanılmaz güzellikte. Küçük bir otel’e yerleşiyoruz. Fiyatlar oldukça kazık. Bir süre kalıyor, çevreyi dolaşıyoruz.



Denizin üzerindeki küçük bir iskelede güneşlenirken iki yaşlı bey ile tanişıp sohbet ediyoruz. İkisi de yıllardır Ayvalıktaki yazlıklarında tatillerini geçiriyorlarmış. Daha yaşlıca olanı bize Ayvalığın eski halini anlatırken üzüntüsünü saklayamıyor. Diğeri ise eski bir subay emeklisiymiş. Ayvalığın nasıl bu hale geldiğinden yakınıyorlar. 


Yaşlı olanı kimya mühendisiymiş. Türkiye deki arıtma tesislerinin uyduruk olduğundan, yenilerinin ise çok pahalı oluyor diye pek çalıştırılmadığından bahsediyor. - Şaka değil, benim işim bu diyor. Tesislerin özelliklerinden örnekler veriyor. Konu dönüp yine insanlarımızın doğaya, çevresine karşı duyarsızlığı. -‘Çok pisiz malesef çok’- diyor.  

Sahilde sigara izmaritlerini yere atanı uyarıyorum. Dövecek gibi bakarken, garsonu çağırıp; ‘-hanımfendiye bir kültablası verin lütfen’-deyince dövmekten vazgeçip utanıyor. Ayvalıkta limanın kiriliğine de çok üzülüyorum.  Her yerde plastik su şişeleri, poşetler ve bir sürü atık.






Şeytan Sofrası  görülmeden geçilmeyecek muhteşem manzaralar sunuyor ama çok kalabalık ve insanlar orada da çok duyarsız. Tepedeki seyir yeri oturacak çay kahve ve basit yemekler yenebilecek etrafı camlarla kapalı bir mekan. 




Çoluk çocuk sürekli geliyor insanlar bu güzellikleri seyretmek için ama oturulan alan yine pislik içinde.
Peçeteler, mendiller, poşetler, sigara izmaritleri, petşişeler ve yiyecek atıkları alanda kuvettli rüzgarın etkisiyle etrafınızda uçuşurken arkadaki manzarada seyredilen güzelliklerle tam bir tezat oluşturuyor. 


Köşedeki küçük bir çöp kutusu ağzına kadar dolmuş taşmış. Genç garsonlar arada bir çöpleri süpürüyor ancak yoğun bir kalabalık sürekli geliyor ve etralarını kirletip gidiyor. Garsonların çabası yetersiz kalıyor. Daha sakin günlerde, yaz başları ve sonları sanırım daha sakin ve temizdir.

Dört gün sonra ayrılıyorum rüzgarı bol güzelliklerden.


Kıyıları ve iç köyleri ziyaret ediyor, herkesimden insanla memleket meselelerini de konuşuyorum. Son dönemlerin politik olaylarının insanımızı birbirlerine düşürmüş olması beni üzüyor.

Yolda mola verdiğim yerde bir vatandaş ile konuşuyorum (hükümet yanlısı olmalı) ‘- Ya abi tamam işsizlik de çok. ..şey ediyorlar, ama köprü, tünel, yol yaptılar’- diyor...
Fazla politik konulara girmeden;- peki araban var mı?... Yokmuş. Sen en son ne zaman kullandın bu tünelleri, köprüleri ya da yolları?’ diye soruyorum...sessizlik çöküyor. Onu daha fazla yormamak için ‘ iyi peki ama neden hiç fabrika falan kurmuyorlar?’ diye soruyorum...sessizlik daha çok artınca müsade isteyip ayrılıyor, tekrar yollara vuruyorum.


Yollar adamın dediğini doğrular gibi. Geniş otobanlardan süratle geçerek İzmir’e giriyoruz. Evet epey yol yapılmış.

Eskiden bildiğim Konak ve karşıyakayı kısaca bir göreyim istiyorum. İzmir koca bir metropol ve çok kalabalık. Eski çarşı aynen duruyor. Yoldan geçerken kayalara yapılmış o kocaman Atatürk büstü bizi uğurluyor.



'Gavur İzmir'de fazla kalmadan Manisa, oradan da Marmaris’e doğru yol alıyoruz...

( Devam edecek).
                                                                                                                                                                  Yazının ikinci bölümünde;Marmaris, Datça, Bozburun, Söğüt, Orhaniye ve ardından değerli dostum dostum Giovanni ve karısı Donatella ile Marmaris Gökava da o muhteşem mekanda yıllar sonra tekrar buluşmamız.

Not;
İyi de yazında sözünü ettiğin pislikleri neden koymadın diyenler için; 
Bu yazımdaki güzellikleri koyacağım pislik fotografları bozmasın istedim. Bu konuda meraklısı için önerim, Çalışmalarını takdir ettiğim 'Olimpos Doga Gezginleri' sayfasına bakabilirler.



Yorumlar

Popüler Yayınlar